Tilbe Saran ile Kadın Olmak

Hanife Yaşar ~ Hürriyet Aile / 20 Nisan 2011

Kadın olmanın zorluklarını, birçok sosyo-ekonomik durumdaki kadınların hikayeleri üzerinden anlatan “Düğün” adlı oyunun yönetmeni Tilbe Saran ile “kadın olmak” üzerine derin ve keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Tilbe Saran, Türk Tiyatrosu’na oyunculuğu ile kattığı değeri, son günlerde yönetmenlik becerisini de ortaya koyarak daha da artırdı. “Düğün” de aynı zamnda Neriman karakterini canlandıran Saran’ın, kariyeri, özel yaşamı ve kadınlık konusu üzerine sohbet etmek için kapısını çaldık. Biz sorduk, o anlattı. Şimdi kadın olmayı sorgulama sırası sizde…

tilbe-saran-hanife-yasar-roportaj_tilbe-saran_3Yönetmenliğini yaptığınız bir oyunda oyuncu olarak da bulunmak hakikaten zor olsa gerek. Bunu nasıl başardınız?

Umarım başarmışımdır. Bu oyun elime gelen bir oyun değildi. Yani ilk satırından son satırına kadar ben o işin içindeydim zaten. Çünkü fikir ve istek benden çıktı. Oyunun yazarı Ayşe Bayramoğlu ile çalışmak istiyordum. Zaten en başından beri hep yönetmek istiyordum. Ne yazık ki, tiyatrolar yeteri desteği alamıyorlar ne devletten ne özel kesimden. Dolayısıyla çok zor bir şey bu ortamda tiyatro yapmak. 8 kişilik bir kadro olunca hem oyuncuları bir araya getirmek hem de maliyetli bir iş olduğu için çok zor. İster istemez kendimi oyuncu olarak da işin içine katmak durumunda kaldım. İyi ki de böyle yapmışım.

Şimdiye kadar aldığınız tepkiler nasıl? Anlatılan konu çok destek aldı mı?

Aslında her oyuna bir casus yerleştirsek de seyirciler çıkarken neler konuşuyorlar bize aktarsalar. Şimdilik bize hep olumlu şeyler geliyor. Mutlaka oyunla, oyunculukla vs. ile ilgili olumsuz düşünenler de vardır. Ama en azından bize gelen sıcaklık dalgası doğru bir iş yaptığımızı gösteriyor. Oyundan sonra seyircilerle sohbet ettiğimizde genelde herkes ya bir durumla ya da bir karakterle kendini özdeşleştirmişti. “Benim hayatımda da ne kadar buna benzer şeyler vardı” diyenler çoğunluktaydı. Erkeklerden gelen ve benim çok önemsediğim tepki şuydu: “Çok güldük ve bir o kadar da utandık. Biz gerçekten böyle miyiz?” diyen çok genç oldu.

Oyunda şehirli, taşralı, hizmetçi, fotoğrafçı gibi tiplemeler var. Hepsinde ayrı bir hikaye ama temelde aynı sorun var. Siz en çok hangisini kendinize yakın buldunuz?

Benim etrafımda o oyunda olan herkesten gani gani var. Oyunda canlandırılan insanları çok yakından tanıyorum. O özellikler dağılmış sadece. Birazı sizde var, birazı bende var.

tilbe-saran-hanife-yasar-roportaj_tilbe-saran_2Oyunda da annelik faktörü çok sorgulanmış. Çocuğun ve annenin bakış açısından annelik… Sizin annenizle ilişkiniz nasıldı?

Tabii ki, genellemek doğru değil ancak bütün anne kız ilişkileri çok güçlü ve bir o kadar da zordur. Çocuklar üç yaşına gelince erkekler babalara, kızlar da annelere düşkün oluyorlar. Anneyle bağın kopması gerekir. Oysa kadınlarda kopardıkları bağ hemcinsinin bağıdır. Tekrar özdeşleşecekleri de odur. Dolayısıyla bütün anne kız ilişkileri her zaman çatışmalı ilişkilerdir. Öyle olması da çok doğal.

Benim de öyleydi annemle ilişkim. Ama çok şanslıyım ki, bir yandan çok özel bir annem vardı. Tabii her çocuğun annesi özeldir. Ama ben sahiden o özelin de özeli olduğunu düşünüyorum. Annem uzun yaşadı ve her türlü hesabımızı kapatabildik. Temizlenmemiş hesap kalmadı bizim ilişkimizde.

Küçükken çok mutsuz bir çocuktum. Çünkü annem çalışan biriydi ve ben hep yalnızdım. Tek çocuktum üstelik tıpkı annem gibi. Yalnız büyüyordum. Annem İstanbul Üniversitesi’nde Antropoloji Bölüm Başkanı’ydı. Eve gelir gelmez şunu sorardım: “Annem geldi mi?” Bazen kırk yılın başında vakitlice gelmiş olurdu yine de evde öğrencileriyle çalışıyor olurdu. Çok kıskanır ve sinirlenirdim. Benim kıymetli zamanlarımdan çaldıklarını düşünürdüm. Sonra annemin öğrencileriyle de sıkı dost olduk. Annem bana harika bir çevre armağan etti.

Babanızla ilişkiniz nasıldı?

Babam da hayatı boyunca bir kızı olsun istemiş. Hem çok yoğun çalışan hem de benim yaşıtlarımın anne ve babasından yaşça büyük biriydi. Babam da öyleydi. Biliyorum ki, bana çok düşkün biriydi. Ama benim istediğim baba değildi. Ben benimle daha çok ilgilenmesini, annemin üzerindeki yükü biraz daha almasını, daha fazla sorumluluk göstermesini isterdim. Genelde bizim alışık olduğumuz coğrafyadaki yaşama tersti. Bizde otorite figürü anneydi. Baba yumuşacıktı.

Şimdi peki, yalnız mı yaşıyorsunuz? Evlenip ayrılmıştınız sanırım. Alışık olduğunuz aile yapısını kurabildiniz mi?

Doğru ancak üzerinden çok zaman geçti. Ben bile unuttum neredeyse. Hmm… 1992’de boşanmıştık. 7 yıl evli kaldık.

Ben biraz çekilmez olabiliyorum. İşimde bu çok fazla ortaya çıkıyor. Çünkü ben tiyatroyu o kadar seviyorum ve önemsiyorum ki, buna karşılık bir adanmışlık bekliyorum. Kendime ait alana da çok alışığım ki, bu tek çocuk olmanın getirdiği bir şeydi bu. O alana başka birileri girdiği zaman rahatsız oluyorum. Zaman zaman kendi evimden otele gittiğim bile olmuştur.

Evle aranız nasıl peki? Ev işi yapar mısınız?

Misafirlerim olduğu zaman bir şeyler yapmayı severim ama benim uzun zamandır evimde Seher Hanım’ım var. Seher Hanım o kadar harika bir aşçı ki, sayesinde ben harika bir tembele dönüştüm. Ancak birileri geldiği zaman bir şeyler yapmak hoşuma gidiyor.

Misafirperversiniz o zaman…

Tek çocuklar öyledir. Hep kalabalık bir ailem olmasını istedim. Premier’de arkadaşlarıma yaptığım konuşma da öyleydi. Ne kadar ev işi yapmam gerekiyorsa o kadarını yapıyorum. Bahar geldi perdeleri yıkayacağım demiyorum yani. Önceliklerim o olmuyor. Ama evime çok düşkünüm, çok severim. Evde çok vakit geçiririm. Her zaman hayvanlarım oldu. Kedilerim var, zaten ev onların şu anda. Provalar sırasında onlara bıraktık evi gittik.

Ev, aile, evlilik derken gelelim daha kadınsal konulara. Hiç aldatıldınız mı?

Herhalde aldatılmışımdır, bilmiyorum. En azından birebir gözümün önünde bir şey olmadı. Ama aldatılmak tuhaf bir şey. İnsanın gözünün önünde olsa da görmüyor herhalde o sırada ya da öyle algılamak istiyor.

Ya şiddet? Sözlü ya da fiziksel şiddete maruz kaldınız mı hiç?

Fiziksel şiddet görmedim. Hatta ailemde bile görmedim. Ama hayatın her aşamasında yeteri kadar psikolojik şiddet görüyor olmak, kadın olmak, küçük bir kız çocuğu olmak yetiyor. Öyle oturma böyle otur, kaş göz işaretleri falan…

Sokakta hiçbir zaman bir erkek gibi rahat yürüyemiyoruz, konuşamıyoruz. “Bu oyunda neden böyle bir şey yaptınız?” diye sordu biri. Dedim ki: “Çünkü her taksi şoförüne farklı bir hikaye anlattığımı fark ettim. Bindiğim saate ve mekana bağlı olarak. Bu toplumun kesinlikle onay vereceği her tarafı törpülenmiş hikayeler anlattığımızı fark ettim.” Bu birebir şiddet zaten. Daha öteye gitmeye hiç gerek yok.

Erkeklere de aynı bu cinsiyetçi kimlik veriliyor. Erkekler ağlamaz, onlar evcilik oynamaz. Bu rol modelleri zaten şiddet. Öğretilen bir şey bu.

tilbe-saran-hanife-yasar-roportaj_tilbe-saran_1Feminizme yaklaşımınız nasıl?

Tabii ki, destekliyor ve kendimce katkı sağlamaya çalışıyorum. Kadınlar sandığımızdan daha zor durumda. Kadın her yerde emekçi ve emeğinin karşılığını zar zor alıyor. Bir ev kadınının yükü kolay mı? Ama bu onun yapması gereken bir görev olarak algılanıyor. Erkek içinde keza büyük sorumluluklar veriliyor. Maalesef ki, erkekler feminizmin onlar için de bir nimet olduğunu göremiyorlar. Çünkü kadının özgürleşmesi, erkeğin de özgürleşmesi demek. Nasıl bakmak istediğinizle alakalı.

Röportajı sonlandırırken eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Tiyatronun hayatımız içindeki öneminden bahsetmek istiyorum aslında kısacık. Tiyatro özünde soru sordurtan, rahat ettirtmeyen bir sanat akımı. Öyle olmak durumunda zaten. Ancak maalesef ki, bizim ülkemizde, boş zamanlarında kitap okuyan insanlar için tiyatro da bir lüks olarak algılanıyor. Tiyatronun ruh sağlığı için bir ihtiyaç olduğunu anlamak ve anlatmak gerekiyor. Küçük-büyük herkes için geçerli bu. Farklı bir bakış açısı kazanmak, daha fazla düşünüp tartışarak geleceği daha sağlıklı bir biçimde inşa etmek için gerekli bu.