Tek Karakterde İki Aktris

Efnan Atmaca ~ Radikal / 12 Şubat 2006

Psikolojik şiddet, aldatılma, pornografi, kıskançlık gibi meseleleri kadın bakış açısıyla sorgulayan ‘Nathalie’nin dünyadaki ilk sahnelenmesi Zuhal Olcay ile Tilbe Saran’ı bir araya getirdi.

Türk tiyatrosunun iki usta kadın oyuncusu Zuhal Olcay ile Tilbe Saran’ı ilk kez aynı sahnede buluşturan Phillipe Blasband’ın kaleminden çıkma ‘Nathalie’ adlı oyunun dünya prömiyeri yazarının da katılımıyla 9 Şubat’ta İstanbul’da yapıldı. Oyuncularına göre “Bütün ilklerin buluştuğu” oyun, biri kalburüstü bir opera sanatçısı diğeri bir fahişe iki kadının bir adamı tuzağa düşürmeye çalışmasını konu alıyor. Yönetmenliğini Türk tiyatrosunun en çalışkan isimlerinden Işıl Kasapoğlu’nun üstlendiği, çevre tasarımını Hakan Dündar, giysi tasarımını Canan Göknil’in yaptığı ‘Nathalie’ sahnede hiç görmediğimiz iki insanın hikâyesini konu alıyor. Saran ile Olcay yani Sonia ile Nancy bir araya gelip yeni bir kadın yaratıyor: Nathalie. Bu kadar ilkleri içinde barındıran oyunla ilgili Olcay ve Saran’la konuşmaya gittiğimizde ise söze birbirlerine ne kadar bayıldıklarını söyleyerek başladılar. Bu iltifatlar sürerken Olcay “Bunu körler sağırlar birbirini ağırlar mantığıyla söylemiyoruz” diye de hemen uyarıda bulundu. Aldatılma, sadakat, farklı dünyaların iç içe geçmesi, cinsellik, pornografi, duygusal şiddet gibi birçok sorunu masaya yatıran oyunla ilgili konuşmaya başladığımızda iki oyuncu bazen bizi saf dışı bırakıp aralarında sohbete daldı. Yönetmen Kasapoğlu ise oyunu kendi üslubuyla özetledi: “Önce Nathalie’ye aşık oldum: Kadına. Sonra Kadın’ı değil Bir Kadın’ı sevdiğimi anladım. Ben aslında Nancy, Nadine ve Sonia’ya âşıkmışım”…

Tiyatro literatüründe kadınlar için güçlü metinler olmadığından yakınılır hep. Bu iki kadın için yazılmış keyifli bir metin. Ancak farklı farklı kadınları aynı anda yaşatıyorsunuz. Bunun zorlukları yok mu?

Olcay: Bu oyun iki kadın için yazılmış muhteşem metinlerden biri ve biz de bunun keyfini çıkarıyoruz. Oynadığım karakter aslında Nadine ama Nadine aynı zamanda Nancy adında bir fahişe ve Nathalie. Üç karakterin arasında hem çok fazla zihinsel olarak enerji harcamam hem de üçünü de anlayıp zaman zaman sahneye getirmem gerekiyor. Çok yoruluyorum ama baş etmeye çalışıyorum.

Oyunda Sonia karakteriyle birlikte sosyo-ekonomik açıdan güçlü kadınların gördüğü psikolojik şiddet kavramı gündeme geliyor…

Olcay: Nadine’in gördüğü şiddet çok fiziksel bir şiddet ama Sonia’nın gördüğü öbüründen hiç de az değil hatta daha fazla. Kentli, çalışan, üreten kadının karşı karşıya olduğu ve her gün yaşadığı bir şey.
Saran: Yüz yıl önce böyle bir oyunu oynamak çok zor olurdu.

Ama kadının meslek sahibi olmasıyla, üretime katılmasıyla ve bunun yaygınlaşmasıyla kadınlar rekabet ortamında ayakları üzerinde durmaya çalışıyor ve hep ‘bir şeye rağmen’ var olma savaşı veriyor.

Olcay: Eğitim durumu, statüsü ne olursa olsun erkek aşağılık kompleksine girince vahşi olabiliyor.
Saran: Öte yandan erkekler de aslında çok zor durumdalar. Ne kadar öyle olmasalar da taşımak zorunda oldukları bir imge var. Güçlü olacak, para kazanacak, kadınları hep mutlu edecek, orgazm edecek. Bu çok büyük bir yüktür. Olaya buradan da bakmak gerekiyor.

Aynı amacı güden iki kadın arasındaki iki ilişkiyi nasıl yorumluyorsunuz?

Saran: Bir yandan rekabet var. Birbirlerine imreniyorlar, kıskanıyorlar. İkisinin de bilmediği bir dünyanın temsili var.
Olcay: Nadine, Sonia’nın dünyasına özeniyor. Sonia, Nadine’in baştan çıkarıcılığına, dişiliğe, pervasızlığa. Günümüzde bu salonu dolduran birçok kadın Sonia’yla çok özdeşleşecek. Çünkü birlikte yarattıkları Nathalie çok tanıdık. Umutsuz şeyler söylemek istemem ama kadının yazgısı değişmiyor.

Sonia kocasını kontrol etmek için Nancy’yi kullanarak onun tam istediği gibi bir kadın yaratıyor. Bu intikamın ötesinde bir armağan değil mi?

Saran: Evet, kocasını kontrol etmek için yapıyor bunları. İpler benim elime geçecek ben idare edeceğim isteğiyle oluyor her şey. Paraysa para, güçse güç… Ama olmuyor. Bir karakter yaratıyor ve o karakter bağımsızlaşıp onu yeniyor.
Olcay: Kendi yarattığı canavar onu yiyiyor. Biraz Frankenstein hikâyesine benziyor.

İkiniz de ayrı ayrı birçok kez Işıl Kasapoğlu’nun yönettiği oyunlarda rol almıştınız…

Olcay: Biz ayrılamıyoruz galiba. Değişik insanlarla çalışmak güzel ama alışkın olduğunuz insanla üretmenin de ayrı bir zevki var. Daha az konuşarak daha çok, daha doğru şeyler üretebiliyorsunuz. Ben Işıl’la bunu yaşıyorum.
Saran: Ben Işıl Kasapoğlu’nun çalışmasını, oyuncuyu yüceltmesini çok seviyorum. Hep oyuncuyu iteler, zorlar. Oyuncunun malzemeyi getirmesine olanak sağlar. Beyaz bir sayfayla gelir ve oyuncuya teslim olur. Sonra da en önemli şeyi yapar: oyuncuların getirdiklerini bir araya toplayıp kurgular.
Olcay: Sinema yönetmenin sanatıdır, tiyatro ise oyuncunun. Tiyatro yönetmeni buna saygı duyarak, bunu göz ardı etmeden yaptığı rejiye damgasını vurabiliyorsa bu olağanüstü bir şey olur. İşte Işıl Kasapoğlu bunu yapıyor.

‘Nathalie’ beyazperdeye de aktarıldı. Filmi izlediniz mi?

Saran: Evet ama hiç beğenmedim. Metni tamamen öldürmüşler. Metin çok katmanlı, tam bir füzyon aslında. Filmde ise her şeyi tek çizgide ele almışlar. Üstelik çok ahlakçı bir yaklaşımları var. Filmde konuyu üçlü bir ilişkiye indirgiyorlar. Ve üçüncü kişi onların evliliğini kurtarıyor. Diğer kadına stepne görevi veriliyor.

Oyunda ’16 yaşından küçüklerin izlemesi yasaktır’ ibaresi var. Argo sözcükler mi sizi böyle bir karara zorladı?

Olcay: Aslında sinemada, bırakın sinemayı televizyonlarda bile neler konuşuluyor artık. Biz çok masum kalıyoruz. Ama bu sorumluluktu. Bir seyircinin kalkıp da “Ben buraya çocuğumla geldim, bunları duymasını istemiyorum” demesini istemiyoruz. Biraz kendimizi korumak, daha güvenli hissetmek için koyduk o yaş sınırını.
Saran: Ben metni okuduğumda hiç rahatsız olmadım. Ama sahneye çıkıp da ilk kez o lafları söylemeye ve dinlemeye başladığımda bir sorgulamaya giriştim. Herkesin de böyle bir endişeyi taşıma kaygısıyla böyle bir önlem aldık.