Masumiyetimi Yitirmişim

Şehnaz PAK ~ Radikal / 2 Ocak 1999

Kent Oyuncuları’nın sahnelediği ‘Martı’da Nina karekterini canlandıran Tilbe Saran, 10 yıl önce böyle bir projede yer alsa yüreğinin durabileceğini şimdiyse sadece heyecanlandığını söylüyor.

İlk kez okuldayken ‘Midas’ın Kör Düğümü’nde Kent Oyuncuları’nın sahnesine çıktığında ciddi ciddi düşündü tiyatro yapmayı. Aradan geçen yıllarda bu düşünce bir yaşam biçimi halini alırken kendisini de tiyatro dünyasının en aranan ve beğenilen oyuncularından biri yaptı. Tilbe Saran yıllar sonra yeniden Kent Oyuncuları’nda. Rus yönetmen Jossef Raikhelgauz’un yönettiği ‘Martı’da Tilbe Saran oyunculuk hayallerini gerçekleştirmek yolundaki acılı  ama bir o kadar da tutkulu kadın Nina’yı canlandırıyor. Saran ile oyun hakkında görüştük.

Oyunda bir martı büyülenmişçesine göle doğru giderken Nina da büyülenmişçesine sahneye koşuyor. Tilbe Saran’ı sahneye çeken ne?
Bütün ömür bunun yanıtını aramakla geçecek. Bütün oyuncular eksik kaldıkları onayı bulmak için seyircinin karşısındalar. Onay almak, alkışlanmak bu işin en hoş tarafı. Raporlu deli olmak gibi bir şey aslında. Ne yapsanız sahnede olduğunuz sürece hep izin var. Bir hayatta karşılaşabileceğiniz bütün hayatların toplamını yaşayabilirsiniz. Başka hiçbir meslekte olmadığı gibi istediğiniz her şeyi her türlü yoğunlukta denemeye hakkınız var. Bir kere geldiğiniz dünyayı dibine kadar sömürme şansınız var.

‘Martı’da insanların birtakım ödünler vererek hayatta kaldıkları, vermeyenlerinse Treplev’de olduğu gibi ölüme gittikleri görülüyor. Nina sanki ilkini tercih ediyor…
Ödün vermek diyemem. Treplev’in hayattan çekilmesi, istediğini yaşayamıyor diye değil. Bu kutsallaştırılmış bir deyimle açıklanmamalı. Hayatta kalabilmeyi becermek de kutsal. Treplev’in annesiyle ilişkisi çok hazin. Ama bu hazin duygularını yaratarak çok olumlu bir şeye dönüştürebilirdi. Treplev bunu başaramıyor. Nina’nınsa başından beri belli o yaşamdan çıkıp gideceği. Kendi hayatının tam tersi öbür hayata geçtiği an zaten o bir şekilde uçacak.

Bir kadın ve oyuncu olarak Nina’nın yaşamını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tiyatro belki onun için büyük bir kente gitmek, açılmak. Nina güçlü biri. Kolunun kanadının kırılmasına rağmen topal da olsa bir martı o. Gözünü bir yere dikiyor ve oraya gitmeye uğraşıyor. Annesinin çiftliğinden atılmış ve ayaklarının üzerinde bir şekilde durmak zorunda. Bunu bir erkeğin koluna girip evlenip de yapabilir. Çok daha zor olanı seçiyor. Ama parlak bir şey bu. Kargaların elmaslara, yakutlara saldırması gibi. Oyunculuk da böyle bir şey. İnsanın gözü gidiyor.

Yıllar sonra Kenterler’de ‘Martı’da oynamak nasıl bir duygu?
Bu oyunda en çok masumiyetimi yitirmiş olduğumu üzülerek fark ettim. Bundan on yıl önce böyle bir şey yaşasaydım herhalde yüreğim durabilirdi. Zaman beni değiştirmiş. ‘Aman Tanrım Kenterler’in salonundayım, hocamla okuldan arkadaşlarımla birlikteyim’ gibi çalışmanın belirleyici bir gücü olmadı. Büyümüşüm demek ki. Çok hoştu, heyecan vericiydi ama yüreğim durmadı. Durmamasına da memnun oldum. O heyecanın getireceği kadar götüreceği de olacaktı. Nina’nın söylediği gibi bir rüya olmadı bu. Başka bir sürü güzel rüya gördüm ve göreceğimi de umuyorum.

Çehov’un ‘Vanya Dayısı’nda bir Rus yönetmenle çalışmıştınız. Tekrar bir Çehov oyununda Rus yönetmenle çalışmak nasıldı?
Çok farklıydı iki yönetmen. Uzun bir süre çalıştığım ‘Vanya Dayı’nın yönetmeni Leonid Heifets klasik diyebileceğimiz Moskova Sanat Tiyatrosu’nun ruhuna yakın bir yolu tercih etmişti. Jossef ise dünyaya ve tiyatroya bakışıyla farklı biri. Zaman çok kısaydı. Oyunu 26 gün gibi bir sürede çıkardık. Onun kafasında çok net bir şey vardı. Ne yapacağını önceden tasarlamıştı. Bizim o tasarlama aşamasında hiçbir katkımız olmadı. Sadece o tasarının içerisinde var olma gayretimiz oldu. Hep yönetmen ve oyuncunun karşılıklı çalışıp ortak bir yol bulmaları gibi bir metotla çalıştığımdan, bu durum karşısında tereddüde düşmedim değil. Provalarda yönetmenle biraz da didiştim. Sonuçta onun istediği ile benim getirdiklerimi bir potada eritebildiğimi düşünüyorum.

Bugüne kadar birçok yabancı yönetmenle çalıştınız. Yabancı bir yönetmenle çalışmanın ne gibi artıları ve eksileri var?
Farklı kültürlerden insanların bir araya gelmesinin zenginlik getireceği kanısındayım. Rus, Fransız ve İngiliz yönetmenlerle çalıştım. Farklı kültürlerden insanların buluşması her zaman zenginlik getirir. En büyük sorun ise dil konusunda yaşanıyor. Çevirmene mahkûmsunuz. Ancak bir süre sonra bunu da aşıyorsunuz. Sonuçta belli bir ritmi yakalıyor, yönetmen kendi dilinde konuşurken ‘tamam anladım’ diyebiliyorsunuz. Bu da zaten tiyatroyu daha da cazip kılan unsurlardan biri.