Araf’taki Kadınlar

Alin Taşçıyan ~ Star / 19 Ekim 2010

Kadın dünyası… Kadın bakış açısı… Kadın özlemleri… Kadın korkuları… Kadın zaafları… Kadın arzuları… Kadın gücü… Kadınlara özgü çılgınlıklar ve pişmanlıklar… “Sur le seuil / Eşikte” her şeyiyle dişi bir oyun, dişi bir metin. Mizahı da dişi!

İlk fırsatta Türkiye’de de sahneye konmasını dilediğim “Sur le seuil”, gazetemizin yazarlarından Sedef Ecer’in Fransızca kaleme aldığı ve başta Centre National de Theatre / Ulusal Tiyatro Merkezi Ödülü başta olmak üzere birçok ödül kazandığı bir tiyatro yapıtı. Beş kadın oyuncusundan ikisi Serra Yılmaz ve Tilbe Saran. Alışık olduğumuz üstün performanslarını mükemmel Fransızcalarıyla birleştirmişler. Fransız izleyiciler onları onyıllardır Fransa’da yaşıyor sanmıştır!

Sur le seuil’ün 15 Ocak Cuma akşamı Paris, Houdremont Kültür Merkezi’nde yapılan prömiyerine katılma mutluluğuna eriştim. Paris’teki Türk diplomatları ve Türk entelijensiyasından simalar da katıldı prömiyere. Gözler bu gururu ve heyecanı paylaşmak için sevgili Sedef Ecer’i de aradı, ama bir hafta kadar önce babasını yitiren Sedef, İstanbul’da idi. Ona ve ailesine başsağlığı ve sabır dilerim. Fransa’da Türkiye Mevsimi kapsamında sahneye konan “Sur le seuil” Paris’teki temsillerinin ardından Bretagne’da da sergilenecek. Umarım oyununun başarısına bizzat tanıklık edebilir ve babasını nasıl gururlandırdığını fark edince acısı biraz olsun hafifler.

Oyunun karakterleri ölmüş ve Araf’ta toplanmış bir grup kadın. Oyuna adını veren eşik iki dünya arasında. Minimalist sahne düzeni görselliği ustalıkla kullanıp evrenin sonsuzluğunu, dünyanın geçiciliğini ve insanın faniliğini yansıtmada çok başarılı. Yıldızların arasından geçmiş yaşamlarına bakarken sayıp döküyorlar sevap ve günahlarını, tabii bu anti – konvansiyonel bir metin olduğu için hiç de geleneksel bir anlatı biçimi tutturmadan!

Kadınlar yeryüzündeyken de Araf’ta gibi değil midir? Mutlu olduklarında ayakları yerden kesilir cennette sanırlar kendilerini. Onları mutlu etmek de ne kolaydır aslında! Yalansız dolansız aşk sunulunca, çocuk sahibi olunca, sevdiklerini mutlu edince, onlara her daim tepeden bakan, her yeteneği, yaptıkları her iş bir sınava tabi tutulduğu için kendiliğinden kabul görünce, takdir edilince, hakları teslim edilince, bir demet çiçek verilince ayakları yerden kesilir! Öte yandan bütün insanların başına gelen dertler ve felaketler kadınları birkaç kat daha fazla etkiler ve cehenneme döner hayatları. Erkeklerden daha fazla etkilenirler savaşlardan. Çocukları kucaklarında ölen, etnik temizlik yapan canavarlar tarafından tecavüze uğrayan, aç kalan, evleri yıkılan onlardır. Erkekler üniforma giyince “esas kişi, esas güç” sayar kendini, hep kendi savaşlarını görür ve anlatır. Kadınların savaşı olmaz oysa, kadınlar  barışır.

Kadınlar bazı toplumların kölesidir, yasaklıdırlar, iradeleri tanınmaz, özgürlükleri engellenir, insanlık dışı muamele görürler ömür boyu, sırf dişi doğdukları için! Evlerinin ve eşlerinin de kölesi olur bazı kadınlar. Oysa hep onlar besler, doyurur, büyütür insanlığı. Dünyadaki yiyeceğin ezici çoğunluğunu kadınlar üretir. Ama gözümüze görünmez yaptıkları bu iş. Takım elbise giyip çalışan erkeklerin geniş omuzları kapatır manzarayı.

Ve kadınlardan hep güzel olmalarını talep ederler. Seksi ve işveli, mutfakta maharetli, kamera önünde marifetli. “Eşikte”yi küçük kahkahalar atarak izlerken zihnimin derinlerinde bir yerde hep bir sızı vardı. Kadın olmanın mazoşist zevkinden kaynaklanan bir duygu. Umarım Sedef Ecer “Eşikte”yi Türkiye’de ve mümkünse Türkçe sahneye koyabilir.